Hayatın Anlamı

 Hayatın anlamını aramaya başlamadan önce hayatın anlamının kimler için aranabilir, sorgulanabilir bir anlam olduğunu açıklamakla başlamak istiyorum. Birkaç görüşüm nihilizmle ile uyuşabilir ama nihilist değilimdir. Birkaç görüşümü anarşizmle uyuşabilir ama anarşist değilimdir. Birkaç görüşüm hümanizm ile uyuşabilir ama hümanist değilimdir. Birkaç görüşüm sosyalizme uyuşuyor olabilir ama sosyalist değilimdir. Bazen deterministimdir bazen değilimdir. İşin özü kendime bir kalıp aramam. Kendimi bir kalıba sokmaya çalışmam. Kendi kafesimi kendim yaratmam ve yaratanları da hiç anlamam. Bir şeye sonuna kadar inanamazsınız çünkü inandığınız anda körleşmeye başlarsınız inandığınız şeye doğru. İnandığınız şey sizi kısıtlar. Dediklerim yanlış anlaşılmasın lütfen. İlla ki inanmayın, savunmayın demiyorum. Çok istiyorsanız buyurun inanın ama her an sapma imkanınız olsun o yoldan. O yolun her içinde bulunduğunuz saniyesinde sizi kendisine ısrarla çekmesine izin vermeyin ne kadar güzel de görünse iğnelerini görmezlikten gelmeyin. O yoldasınız diye gözünüzü kapamayın etrafınızdaki kuşlara, ağaçlara, çiçeklere ve diğer güzel şeylere. Eğer görmezden gelirseniz, eğer ” Evet evet ben kesinlikle o şeyim, ben kesinlikle ona inanıyorum. Bundan sonra bu ideoloji, felsefi akım, bu inanış kesinlikle benim görüşlerimi temsil ediyor.” diyebiliyorsanız, üzgünüm ama sizler için hayatın anlamı bir yalandan başka bir şey değildir. Siz size sizin yolunuz ne diyor ise ona inanmaya mahkum kalacaksınız bu konuda bile. Şimdi geri kalanlarla hayatın anlamını arayabiliriz.

Hayatın anlamı Platon’a göre bilginin en yüksek biçimine ulaşmaktır ki buna ” iyi ideası” denir. Aristoteles’e göre insanın nihai amacı ” İyi olmaktır.”. Kiniklere göre basit ve doğa ile uyumlu bir yaşam sürebilmektir. Hedonizme göre ” Zevki olabildiğince yüksek tutarak acının minimum miktarlarda olmasını sağlamaktır.” Nietzsche’ye ve Schopenhauer’e göre ise hayatın anlamı kısaca söylemek gerekirse yoktur. Hayattaki amacımız evrimsel teoride en indirgenmiş şekilde üreme çoğalma isteğimizdir. Ölümden korkan insan kendi doğurduğu insan ile bir bakıma ölümsüzlüğe ulaştığına inanır çünkü insanın kendisi öldüğünde bile o yaşayacaktır. O ise en basit tanımı ile kendinden oluşmuş bir parçadır. Bu insanın egosu için yeterlidir. İnsanı sadece bir hayvan olarak düşünecek olsaydık bu konuyu burada kapatabilir ve cevabımıza neslini devam ettirme isteği deyip geçebilirdik ama insanı hayvandan ayıran özelliklerle yani insanın sosyal, düşünsel gücü diğerlerinden daha fazla olan davranışlarını kontrol edebilen sadece dürtüleri doğrusunda ilerlemeyen ve belki de bir bakıma özgür iradeye sahip bir hayvandır. Derin bir psikoloji yatar insanın davranışlarının ve düşüncelerinin arkasında. Cevabın bu kadar basit olmaması gerekir değil mi? Hem zaten neslini devam ettiremeyen veya ettirmeyi tercih etmeyen insanlar da vardır. Ettirmek istemeyenleri bir kenara bıraksanız bile bu cevabı ana cevap olarak kabul ederseniz eğer kendi ellerinde olmaksızın üremeye yetisini kaybetmiş insanlara gidin kendinizi öldürün demiş olmaz mısınız bir bakıma? Artık diğer yola sapabiliriz sanırım.

Dinler. 4 büyük din için de hayatın anlamı eninde sonunda yaratıldığın için Tanrı’ya şükretmekten geçer. Çoğu ibadetin amacı bu değil midir zaten? O yüzden bu kavramı açıklamaya gerek duymuyorum. Ama sizce de eğer varsa Tanrı’nın bizi ona tapalım diye yaratmış olması çok acizce ve egoistçe değil midir? Kitaplarda geçene göre mutlak iyi olan, mutlak güç sahibi olan, hiçbir koşulda hiçbir şekilde hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Tanrının insan gibi bir varlığı kendisine tapılsın diye yaratması Tanrıyı ilgiye aç egoist bir çocuk gibi göstermez mi? Egoistliği nereden geldiğinin anlaşılmaması durumu için onu da açıklamak isterim. Diyelim ki X kişisi bir insan olarak var olmamayı tercih ediyor. Yani hiçliği tercih ediyor çünkü hiçlik ne iyidir ne kötü. Ne mutluk vardır ne acı. Umursamıyor mutluluk hissedememeyi çünkü negatif hiçbir durum yok bu da bu nötr olan bu durumu pozitif yapmaya yeter. Bu duruma karşın bazı insanlar neden X kişisi kendini öldürmüyor diyebilirler. Hakkıdır da o insanların bu soruyu sormak. Bu soru için bazı dini inanışları ve şahsi olarak inandığım bazı mantıksal açıklamaları bir kenara bırakacak olursak( Dini inanışları bir kenara bırakıyorum çünkü bu sorunun cevabı dini inanışlarla birlikte çok açıktır ve üstüne üstlük inanmayan ve X kişisiyle aynı durumda olan insanlar için de cevap vermek istiyorum.) Tolstoy ile cevap verebileceğimi düşünüyorum. Tolstoy İtiraflarım adlı kitabında bu durumda olan insanlar için 4 kaçış yolunu açıklar. Hepsini açıklarsam konudan saparım ama konuyla alakalı olanı açıklayıp diğerlerinin adlarını söyleyip geçebilirim sanırsam. Kaçışın dördüncü yolu, zayıflık kategorisindedir bu X kişisi.(Tolstoy da kendini bu kategoriye sokar.)Yine kitapta geçen ifade ile ” Bu kategorideki insanlar ölümün yaşamdan daha iyi olduğunu bilir. Ama yine de kendilerini öldürerek bu yanılgıya çabuk bir son verecek kadar güçlü değillerdir. ” (Meraklılar için diğer üç kaçış yolu ise sırasıyla cehalet, hazcılık, güç ve enerjidir.) Olayı toplayacak olursak tabi ki de daha bir sürü yaratılma amacı sayabilirsiniz. Cahilliğimi yüzüme vurabilirsiniz ama bu amaçların içinde az önce söylediğim bilgilerin( Bilgilerin diyorum belki de çoğunuza mantıksız gelen yorumlarımdan bahsetmiyorum.) olduğunu reddetmezsiniz en fazla sözlerimi yumuşatabilirsiniz. Son olarak hayatın amacını dini bir şekilde aramayı sonlandırmamdan önce bu konuda Nietzsche’ye kulak vermek istiyorum. Nietzsche alkol ve dinin toplumun en büyük afyonu olduğunu söyler. Alkol bütün problemlerimizi unutmamıza yardımcı olarak bizi o problemlerle yüzleşmekten alıkoyar dolayısı ile bizi daha zayıf bir birey yapar. Dini de bu yönden alkole benzetir Nietzsche. En ufak çıkmazda kutsal kitaptan okunacak birkaç umut dolu söz ile bütün problemleri unutabileceğimizi vurgular. Neden dini olarak aranmaması gerektiğine dair ikinci görüşü de belirttiğime göre bu konuyu burada kapatabilirim.

Peki ya sevgi, aşk, şehvet gibi insanda güçlü duygular besleten güçlü hormonsal etkiler yaratan duygular. Veya tek kelime ile haz duygusu. Neden haz için yaşamayalım ki? Hayatın amacının haz almak olması gayet mantıklı bir açıklama gibi durur. Çünkü insan uzun veya kısa zamanda mutlu olacağını veya mutlu olduğunu, haz aldığını veya alacağını düşündüğü şeyler doğrultusunda davranışlarını gerçekleştirir. Bu yolda emin adımlar atar. Öncelikle bu yol geçicidir. Hem nihai bir amacı yoktur hem de insan hayatının çok az bir miktarında mutludur. Hayatın ufak acıları karşısında ileride mutlu olacağı düşüncesinin arkasına saklanan bir insan ise daha büyük bir acı ile karşılaştığında melankolik bir ağrı ile saklanacak köşe bulamaz. İşin özü eğer bu olayın nihai bir amacı olmadığından dolayı daha en başta bu konuyu tartışmanın mantıksız olduğuna inanmadıysanız ve hayatınızı haz duygusu merkezli yönlendirecekseniz. Hayatın anlamının haz duygusu olduğuna inanacaksanız alışa gelmiş bir olay ile karşılaştığınızda kaleniz çok kolay bir şekilde yıkılır. Ve bu size etrafınızdaki her şeyi sorgulatır ve bu şekilde duygusal ve varoluşsal bir çöküş yaşamanız an meselesidir. Yani bu olayın uyuşturucu kullanmaktan bir farkı yoktur. Başta zevk alırsınız( her ne kadar zevk alırken içten içe sizi çürütse de) ama elinizde hiç kalmadığında acılar içinde kıvranırsınız.

” Hayatın amacı nedir? ” sorusunun altında yatanları görmek için biraz konuyu dağıtmama izin verin. En sonunda bütün noktaları birleştireceğim.

Her gün neredeyse hepimiz aynı döngüyü tekrarlıyoruz. Uyan, kahvaltı et, işe/okula git, eve gel, yemek ye, uyu. Hayatımızın çok büyük bir kısmı bu monotonluk ile ilerliyor. Arada sırada bu olayların arasına ufak tefek güzel şeyler sıkıştırmayı başarıyoruz ve ama büyük resimde sadece bunlar belli olduğu için hepimizin gözüne vuran kısım doğal olarak da burası oluyor. Çok saçma bir şekilde sürekli olarak tekrarladığımız bu döngüyü çoğumuz düşünmüyor bile. Sadece yaşayıp gidiyor. Ama bu döngüye kafa yormaya başlamış olanlar… Asıl sorun onlar için işte. Gözünü açanlarda. Aradıkça daha fazla arayanlar ve bu arayışın mutlak getirisi olarak asla ama asla sonuç bulamayanlarda. Çok erken yaşta Dostoyevski okudum daha sonra tabi ki kendimi durdurmayıp Rus edebiyatına ve yer altı edebiyatına merak saldım. Sonrasında felsefe ise bunların peşinden geldi. Çok erken yaş dediğim yaş 13-14. ” Geç bile kalmışsın ulan!” diyebilirsiniz belki ama bu edebiyatta hayatın size bütün gerçekleri gösterilmeye çalışır bütün pislikleri de buna dahildir. Aslında insan denilen varlığın ne kadar küçük ve önemsiz olmasına rağmen ne kadar narsist ve pislik olduğu gösterilir. Ve daha niceleri vardır burada. Bilinçli bir şekilde bunları okumak bazı şeyleri anlamanızı ve korkmanızı sağlar. Platon bilgiye ne kadar hayatın anlamı derse desin. Eğer elinizdeki bilgiyi taşıyacak dirence sahip değilseniz her geçen gün boynunuzdaki ipi biraz daha daraltırsınız. Hayatın anlamı nedir sorusuna gelecek olursak. Bu soru beraberinde bir sürü cevap getirir ama bütün cevapların sonunda üç nokta vardır. O yüzden asla ama asla doyamazsınız. Çok fazla cevaba sahipsinizdir ama hepsi yetersizdir ama yetersiz olmasının yanında en tehlikeli yanı ise o cevapların hayatın ne kadar gereksiz ve saçma olduğunu söylemesidir eninde sonunda. Belki bu cevapların sonuna bir nokta gelebilse ortaya çıkacak hayatın gayesi. Ama asla o noktanın gelmeyeceğini, gelemeyeceğini bilirsiniz ve bu cevapları taşımaktan yorulursunuz ama bir kez zihninize kazımışsınızdır. Hem de evet bu doğru cevap diye her detayı ile kazımışısınızdır her birini. Ve hepsi eksik çıkmıştır. Unuttuğunuzu sanarsınız ama bazen en çaresiz anınızda, bazen kalbinizden gelen gözyaşlarınızla bazen ise uyuyamadığınız o gecelerde gözünüzün önünde canlanır o cevaplar. O yüzden daha en başından bu cevapları aramak gereksiz ve tehlikelidir. Hayatın anlamı hiçbir şekilde aranmamalıdır. Bu arayış absürttür o yüzden bu yola en baştan girilmemelidir. Eğer girildiyse de bu arayışın ne kadar boş bir çaba olduğunu kendinize empoze ederek bu yoldan en az hasar ile çıkabilirsiniz. Çıkmalısınızdır. Çünkü hayat Albert Camus’un bir trafik kazasında ölmesi kadar saçma, Sokrates’in gerçekleri söylediği için infaz edilmesi kadar cani, Nietzsche’nin yolda giderken yürümediği için atını kırbaçlayan bir faytoncu görmesi ve bu şiddete dayanamayıp yere düşen ata gidip sarılıp ağlamaya başladıktan sonra akıl hastası ilan edilmesi kadar fuzuli, neredeyse Dünya’nın 1/3’ünü fethetmiş Büyük İskender’in ufacık bir sineğin taşıdığı sıtma hastalığından ölmesi kadar ironik, ideolojik nedenlerle savaş isteyen birkaç sözde büyük adamın yolunda 65 milyon insanın ölmesi kadar nedensizdir. İşte bu yüzden, tekrar söylemem gerekirse, hayatın anlamını arayanlar hayatın anlamının arayışının absürt olduğu gerçeğini kendilerine empoze etmedikçe yaşayamazlar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Koşuşturma Dolu Bir Hayat

Karma İnancı Nedir ?